Bir Devrimin Anatomisi: 1979 İran İslam Devrimi


İran devrimi, ülkenin siyasal, ekonomik, toplumsal ve hukuksal yapısını kökten değiştiren bir devrimdi. 1979 yılında Şah devrilip yerine cumhuriyet kuruldu, laik yasaların yerini islami hukuk kuralları aldı ve Şahın önceki dönemde seçmiş olduğu siyasal ve askeri liderler yerlerine yeni bir seçkinler grubu kuruldu. Bu devrimin başarılı olmasındaki temel etken Şahın dayattığı batılı kalkınma modellerinden hoşnutsuzluk duyan, olumlu geleceğin islami kurumların yeniden hayata geçirilmesiyle kurulacağını uman insanlar idi.

Ortadoğudaki diğer devletlerin aynı dönemde hem muhafazakar, hem de laik diktatörlerinde bu devrim bir korku yarattı. Korkunun bir diğer nedeni ise devrimin Amerika'nın körfezdeki politikasının etkilenmesiydi. Çünkü Şah, Körfezde, ABD'nin en büyük müttefikiydi. İran, Amerikan çıkarlarının korunması ve Sovyet rejiminin cesaretini kırması için milyarlarca dolarlık Amerikan silahı almıştı. İran islam devrimiyle beraber bu silahlar Amerikayla ilişkileri reddeden, İsrail'i suçlayan ve bölgede amerikan etkisini silmeye çalışan bir rejimin eline geçti.

Muhammed Rıza Şah rejimi 1975'te halk üstündeki kontrolünü pekiştirecek bazı adımlar attı. Mevcut iki parti sistemini terkedip “Diriliş Parti”sini kurdu. Rejim aynı zamanda parti, dolayısıyla 
özerklik elde etmiş grupları ve ulemayı kontrol altına almaya çalışıyordu. İslam'ın günlük hayattaki rolünü azaltmak ve monarşiyi yüceltmek adına dini kurumlara saldırmaya başlamıştı. Örneğin hicri takvimi büyük sirius zamanından kalma bir kraliyet takvimiyle değiştirdi. Bu tür hareketlerle hem tüccarları hem de dini kurumları karşısına aldı ve ikisi arasında ittifak kurmaya teşvik etti. O dönem genel olarak hükümetin toplum üzerindeki denetimi bu rejimi sürdürebilecek kadar güçlü görünüyordu. Ama işin şekli öyle olmadı.

Şah aslında güçlü değildi. Nedenlerden biri ekonomi yönetimindeki sorunlardı. 1973'te petrol fiyatlarındaki yükselişle beraber hükümetin harcamaları enflasyonun yükselmesine neden oldu ve o dönem bazı gruplar büyük servetler elde ettiler. Bazılarına göre Şah’ın ailesi ve çevresi bu servetten milyonlarca dolar çalmıştı. Orta sınıfın geçimi ise enflasyonun etkisiyle güçleşiyordu. Zaten ilk tepkiler de bu gruptan geldi.

Halk muhalefetinin rejime karşı çıkmasındaki bir diğer neden Şah'ın yabancı uzmanlara bağlı kalması oldu. Gelişmiş silahların alınması ve büyük çaplı kalkınma projelerinin başlatılmasıyla bir çok yabancı teknisyen ve askeri danışmana gereksinim duyulmuştu. 1977’lerde ülkedeki yabancı nüfus 60 bine yaklaşmış ve kamuoyuna göre ülkede bu kadar yabancının varlığı, Şah'ın müslüman olmayan Batı'yı taklit etmesini ve Batı emperyalizmine bağlılığını anımsatmıştı.

İlk huzursuzluklar 1977'de Uluslararası Af Örgütü gibi insan hakları örgütlerinin ülkedeki insan hakları ihlalleri ve siyasal tutuklulara işkence yapılmasını kamuoyuna duyurmasıyla başladı. Amerikan Başkanı 
Carter, Şah’a rejimini liberalleştirmesi yönünde baskı yapmaya başladı. Abd ile ilişkilerini ve yatırımlarını tehlikeye atmak istemeyen şah siyasal muhaliflerin yargılanması hususunda reformlar getirdi ve 300 civarı siyasal tutukluyu serbest bıraktı. Rejimdeki bu değişiklikler muhalefete sesini yükseltmesi için cesaret verdi.

İlk protestolar, Batılı kentli kesimden ve laik üniversitelerden duyuldu. Bunlara daha sonra tüccarlar ve dini okul öğrencilerinden gruplar da katıldı. Protestocular birlik ve öğrenci örgütleri kurarak rejimin insan haklarına aykırı uygulamalarını kınayan, basın özgürlüğü isteyen broşürler yayınlamaya başladılar.

Çıkan en önemli muhaliflerden birisi Mehdi Bezirgan’dı.  Bezirgan'ın kurduğu “Özgürlük Harekatı” idi. Bezirgan, 1950'lerde de Şah’a karşı Musaddık’ı savunan kişi ve aynı zamanda İran'ın laik bir hükümeti olmasına inanmasına rağmen İslamiyet'in terk edilmesini de istemiyordu. Ona göre İslam, İran'ın milli kültürünün önemli bir parçasıydı. İslam'ın reformcu bir ideoloji olduğunda ve İrancı olan bir modernleşme programına sokulmasında ısrar ediyordu. Devrimin ilk aşamasında Bezirgan ve çevresindekiler 1906 anayasasının yeniden yürürlüğe girmesi ve Şah’ın liderliğinde bir meşruti monarşi kurulması yanlısıydılar. İran'ın bir yol ayrımında olduğunun farkındaydılar ve bunun yönünü kendileri çizmek istiyorlardı.

Özgürlük hareketinin en önemli isimlerinden bir diğeri Paris'te eğitim görmüş ve 1970'lerde protesto hareketine önemli katkılar sağlayan Ali Şeriati'ydi. Şeriati, 1970'lerin ortalarında Şah rejiminin sansür politikasını, laikliğini ve yozlaşmışlığını reddetmesiyle üniversite öğrencileri arasında sevilen bir figür oldu. Onlara hem inançlarına sadık kalma hem de devrim yapma isteklerini karşılayan bir ideoloji sunuyordu.

Dini kurumun şahın rejimine karşı ortak bir planı yoktu. Ulemalardan ileri gelenler din adamlarının siyasal faaliyetlere karışmamasından yanaydı. İkinci grup ise anayasanın yürürlüğe girmesini ve Şah’ın liderliğinde meşruti bir monarşinin kurulmasını kabul etmekteydi. Üçüncü grup ise daha militan ve sabit fikirliydi. Bu grup ise getirilecek yeni düzenlemeyle yetinmiyordu. Ulemanın liderliğinde bir İslam devleti kurulması ve başlarında devrimin merkez kişisi Ayetullah Humeyni vardı.

Humeyni 1963'te Şah’ı, İslam ilkeleriyle uyuşmayan politikalar getirmekle suçlandığı için tutuklandı. Salıverildikten sonra hala rejimi eleştirmeye devam ettiği için Türkiye'ye, bir yıl sonra da Irak'a gönderildi. Burada yaptığı konuşmalar ve vaazlar o dönem gizlice İran'a sokulup dağıtıldı. Yandaş ve müritleri bu sözleri yaymaya başladılar. Peki kimdi bu müritleri? 1960 ve 1970'lerde İran'da dini kurumlarda önemli yerlere gelen eski öğrencileriydi.

Humeyni'nin en çok üstünde durduğu konulardan biri İran'ın Amerika çıkarlarını savunacak politikalar güttüğü ve bunun da islami kimliği yok ettiği üzerineydi. Humeyni o dönem verdiği konferanslarda Kur’an modeline dayanan bir islam devleti kurulabileceği ve din adamlarının devleti idare edebileceklerini anlatmaktaydı. Bu düşünceler laik bir hükümet isteyen özgürlük hareketi tarafından tümüyle kabul edilmemekteydi.

1978 başlarında bir gazete Humeyni aleyhine yalan bir haber yayınladı. Bunun üzerine Şah rejimini suçlayan bir gösteri düzenlendi. Ordu birlikleri göstericileri dağıtmak için çok sayıda öğrenciyi öldürdü. Buradaki ölümler muhalefetin işine yaramıştı. İslami inanca göre bir kişi öldükten 40 gün sonra anılır. İran’daki muhalefet üyeleri de bu ölümleri anmak üzere ölümlerin 40. gününde camilerde toplanmaları için insanlara çağrıda bulunmaya başladılar. Böylece siyasi bir protesto olarak başlayan hareket dini bir nitelik kazanmış ve bu protestoyu yönetme ve yönlendirme işi dini kurumlara geçmiş oldu. iran'ın büyük kentlerinde başlayan anma törenleri ve barışçı gösteriler Tebriz'de şiddete döndüğü için hükümet bu olayları bastırması için tankları gönderdi. Bu olaylarda 100'den fazla insan öldü. Yine bu olaylardan 40 gün sonra tekrar bir anma töreni düzenlendi ve gösteriye katılan kalabalıklar Şah rejiminin sembolü olduğunu düşündükleri lüks otellere ve içki satılan yerlere saldırmaya başladı. Şah'ın güçleri buradaki olaylarda da onlarca göstericiyi öldürdüğü için 40 gün sonra tekrar bir anma töreni düzenlediler.
Aynı yıl hükümet, enflasyonun baskısını hafifletmeyi amaçlayan bir takım kararlar aldı ve ekonomiyi yavaşlatmaya karar verdi. Ücretler dondurulup inşaat projelerinin yavaşlatılmasına karar verildi. Bu politika kentte yaşayan işçiler arasında işsizliğe neden oldu. İşsiz kalan insanlar yakın zamanda köylerden şehre yerleşmiş, Tahrandaki varoş gecekondu mahallelerinde yaşayan işçilerdi. Kırsal kesimden kopmuş fakat aynı zamanda kente de uyum sağlayamamış işçiler arasında bu protesto çağrıları benimsenmeye başladı.

Göstericiler daha da radikalleşerek Şah'ın öldürülmesi ve Humeyni'nin geri dönmesi gibi talepler öne sürmeye başladılar. Hükümet bunun üzerine sıkı yönetim ilan edip sokak gösterilerini yasakladı. Bu olaylar “Kanlı Cuma” adı verilen olaylara neden oldu. Tahran'daki her kesimden göstericiler hükümetin silahlı kuvvetleriyle çatıştı. Asker, halkı dağıtmak için elindeki tanktan helikoptere varana kadar bütün silahları kullandı. 
Yüzlerce insan hayatını kaybetti. Bu olaylar halkı Humeyni'ye yaklaştırdı. Bu olayı petrol gibi hassas sanayi kollarındaki grevler takip etti. Protestolar büyük sanayilerin kapanmasına ve ekonomik felce sebep oldu.

Şah'ın bu dönemki en büyük hatalarından biri kararsız davranmaktı. Yaşanan protestoları tam anlamıyla ortadan kaldırma konusunda Abd'den destek görüp göremeyeceğini, görürse de ne kadar olacağını kestiremediği için ara ara kendinden ödün verip ara ara kuvvet kullanarak bu kararsızlığı yansıttı. Böyle davranması da protestoları daha da arttırdı. Tam da bu dönem Şah'ın kanser olduğu açıklandı.

Protestoların sonu şii takviminin en önemli unsurlarından biri olan muharem ayının on günü içinde oldu. Muharrem ayının ilk 3 gününde 700'den fazla protestocu öldürüldü fakat yine de aralık 1978'de Tahran'da 2 milyon insan sokağa çıktı.

Bu olaylarla birlikte Şahın askeri gücü de çatırdamaya başladı. Silahsız öğrenci ve işçilerin öldürülmesiyle birlikte birçok asker birliklerinden kaçtı ve göstericilere katıldı. Olaylar karşısında ılımlı bir politikacı olan Şahpur Bahtiyar, Şah'ın ülkeyi terk etmesi koşuluyla Başbakan olmayı teklif etti. Böyle ılımlı bir politika için artık çok geç olmuştu. Bu öneri kendi partisi ve Humeyni tarafından reddedildi. Humeyni bir bildiri yayınlayarak Şah'ın atadığı hükümetin yasadışı olduğunu ve ona hizmet edenlerin islam'a ihanet ettiğini açıkladı.

Şah, Ocak 1979'da tatile çıkacağı gerekçesiyle İran'ı terk etti ve Ayetullah Humeyni, 1 şubat 1979'da İran’a döndü.

1979-1982 dönemi laik ve dini güçler arasındaki mücadeleyle devam etti. Buradaki önemli olan konu; İran toplumunun gelecekte izleyeceği yöndü. İran dini kurumun idaresine mi geçecekti yoksa ılımlı reformcular idaresinde anayasal bir rejime mi dönecekti? 

Şah rejiminin yavaş yavaş çökmesiyle yeni yönetimin görevlerini yerine getirecek yerel yönetimler kurulmaya başlandı. Bunlardan en önemlisi Humeyni'nin zaferinde önemli bir rolü olan ve “Devrim Muhafızları” ismiyle anılan yeni bir silahlı gücün kurulmasıydı. Bu gruba katılanlar, kentteki yoksul göstericilerdi.

Önemli başka bir kurum da eski parlamenter, başbakan ve yüzlerce yüksek rütbeli subayın idam edilmesine sebep olan devrim mahkemeleriydi. Devrime örgütsel bir yapı kazandırmak amacıyla  ulemalarla yakın bağları olan 
“İslami Cumhuriyet Partisi” kuruldu. Kısa zamanda da İran'ın en büyük siyasal gücü haline geldi. 


Ülkede yeni bir islami düzen kurmanın ilk adımları monarşinin yerine islami sistemin gelmesini onaylayan referandumla başladı. Bezirgan, islami bir devlet ilkesini benimseyen ama din kurumuna idari ve adli yetki tanımayan bir anayasa taslağı hazırladı. Bu halk tarafından seçilmiş meclise yollandı ve Humeyni burada anayasanın %100 islama dayanması gerektiğine yönelik bir konuşma düzenledi. 1979 sonlarında da yapılan bir referandumla anayasa değiştirildi ve islami cumhuriyet'in ilk cumhurbaşkanı olarak Ebul Hassan Beni- Sadr seçilmiş oldu. 

Bu arada kabul edilen anayasa saklı imam adına islami hukukçunun yönetimini kabul ediyordu. Hükümet yapısının en güçlü makamı ve en üst idari sorumluluk Humeyni oluyordu. Makam, muhafızlar konseyi üyelerinin çok büyük kısmını atama, silahlı kuvvetlerin ve devrim muhafızlarının başkomutanlarını atama, cumhurbaşkanının niteliklerini belirleme yetkisine sahipti. Laik hükümetten yana olan cumhurbaşkanı da zaten 2 yıl sonra humeyni tarafından görevden alındı.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kanal Cephesi Harekatı-1

İyonize Olmayan Radyasyon Kaynakları: Biyolojik Etkileri

19.Yüzyıl Sırp ve Yunan İsyanları