Bir Mezhebin Doğuşu: Vehhabilik ve Suud Aşiretiyle İlişkisi


18.yüzyılın sonlarına doğru Arabistan Yarımadası içerisinde Osmanlılara karşı ciddi bir tehdit ortaya çıkmıştı. Bu hareketin kurucusu, zamanında Mekke ve Medine’de Nakşibendi ve Halveti şeyhlerini eğiten ulema hocalarından eğitim alan birisiydi. İsmi Muhammed İbn Abdulvehhab (1703-1792) olan ve Vehhabilik inancının kurucusu olan bu kişi Arabistan Yarımadasının iç kesimlerinde yer alan küçük bir kasabanın kadı ailesine mensuptu. Kadızadeliler gibi, Abdulvehhab da Hz.Muhammed (s.a.v.)’in sünnetine uymayı kesin suretle önemsiyordu. Bundan dolayı Peygamber’in çağında yer alan adetler olarak gördüğü geleneklerde her türlü yeniliğe ve bi’data karşı çıkmıştı. Ayrıca Şiilik de dahil tüm tasavvuf biçimlerini şiddetle reddetti.
Osmanlı Devleti’nin resmi mezhebi Hanefiliğe bağlı Kadızadelerin tersine, Abdulvehhab, o dönemde Sünni mezhepleri arasında en küçüğü olan, Kur’an ve hadisi harfi harfine tefsir eden Hanbeli mezhebine mensuptu. İbn Abdülvehhab, Haremeyn ve Basra’da almasına rağmen, ne İstanbul’da ne de diğer Arap vilayetlerinin önemli kentlerinde ikamet etti. Bunun yerine ulaşım güçlüğü olan ve Osmanlı otoritesinin çok az olduğu Arabistan’ın çöl bölgesini tercih etti. Osmanlılar, Arap Yarımadasının batı kesiminde yer alan Kutsal Kentleri (Mekke ve Medine) yönetirken, iç kesimlerde yer alan Bedevi aşiretlerinin çok azını hakimiyet altına almıştı. 1745 tarihinde İbn Abdülvehhab, bölgenin güçlü aşiret reislerinden Muhammed İbn Suud ile ittifak yaparak kendine bir taban hazırladı. İbn Suud’un savaşçıları da gittikleri her yerde Vehhabi cemaatleri kurarak bu yeni ideolojiyi tüm Arap Yarımadasına yaydılar.
Vehhabiliğin temeli ilk İslam’ın getirildiği haliyle yani Medine’deki ilk Müslüman topluluğa tümden bir dönüşü savunuyordu. Kat’i suretle Allah (c.c.)’a imanın önemini belirtiyordu. Vehhabiliğe göre Allah (c.c.)’a ulaşmada tasavvuf şeyhliğinin ve ayinlerinin yeri yoktu. Çöl gruplarında Peygamber’in sünnetinden uzaktan veya yakından alakalı kahve ve tütün ürünleri kullanımı ya da türbe ziyaretlerinin yeri asla yoktu ve bunları şiddetle yasakladılar. Yenilikleri yasaklamakla birlikte ilk defa Arap Yarımadasının orta kesimlerine Sünni İslamı getirenlerde yine Vehhabilerdi çünkü Yarımadanın bazı kesimleri hala tam anlamıyla müslümanlaşmamışlardı. Bu gruplar hala animist yani ilkel adetleri uyguluyorlardı. Vehhabiler, bu inanışları tamamen ortadan kaldırarak bölgeleri hızlıca İslamlaştırdılar.
Vehhabi-Suud askeri ve dinsel yakınlaşması, Osmanlıların Arap Yarımadasında genişlemesi anlamını taşımıyordu. Belki de Vehhabiler ile bir önceki yüzyıldaki Kadızadeliler arasındaki fark Osmanlı hakimiyetine karşı radikal bir muhalefet idi. Muhammed İbn Abdulvehhab ve taraftarları, Osmanlı padişahını tam anlamıyla bir Müslüman olarak kabul etmiyorlardı. Ayrıca padişahın “Hadimü’l Haremeyn-i Şerifeyn” ünvanını da reddediyorlardı. Arabistan Yarımadasının iç kesimlerinde tutunmayı başarınca, Vehhabi-Suudi ortaklığı 19.yüzyıl başında Osmanlıların elinden Mekke ve Medine’yi almaya çalıştı. Bu şehirlere defalarca yaptıkları akınlar sonrasında 1803’de Mekke’yi ve 1805’te Medine’yi işgal ettiler. İşgal sonrası Vehhabiler Mekke’de Zemzem kuyusunun üzerinde bulunan kubbeyi, Kabe’nin çevresinde yer alan kubbeleri ve Kabe’den daha yüksek binaları yıktılar. Ayrıca Medine’de peygamber hariç tüm türbeleri de yerle bir ettiler. III.Selim’in tahttan indirilmesinin ardından yerine gelen II.Mahmud(1808-1839), Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’ya Kutsal Kentler’i geri alması için çağrıda bulundu. 1811’de Kutsal Kentler tekrardan Osmanlıların denetimine girmişti. Fakat bu Vehhabi-Suudi ortaklığı sadece18.yüzyıl ile sınırlı değil, bu tarihten sonra günümüze kadar devam edecekti.

Kaynak: Bu yazı “Jane Hathaway’in “Osmanlı Hakimiyetinde Arap Toprakları” isimli kitabından referans alınarak yazılmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kanal Cephesi Harekatı-1

İyonize Olmayan Radyasyon Kaynakları: Biyolojik Etkileri

19.Yüzyıl Sırp ve Yunan İsyanları