1909 Adana Ermeni Olayları ve Cemal Paşa


1909 yılı başlarında Adana’da herkesin ağzında dolaşan dedikodular, yakında Ermenilerin ayaklanarak Türkleri mahvedecekleri ve bu vesile ile şehrin Avrupa donanması tarafından işgaline ve sonra da Ermenistan’ınn kurulmasını temin edeceklerine dair gelişmelerdi.

Türkler bu dedikodulara o kadar inanmışlardı ki, hatta esnaftan bazılarının ailelerini emin bir yerlere göndermeye kalktıkları bile olmuştu.

1909 yılı Nisan ayında tarafların ilişkileri o kadar gerginleşmişti ki, akşamdan sabaha halkın birbiri üzerine saldıracaklarına dair artık kimsenin şüphesi kalmamıştı.

Nisan ayının 14. gününde Monsenyör Muşeg’in emriyle öncelikle Ermeniler tarafından başlayan tecavüzlerle Adana Olayı başladı.


Adana Ermeni Piskoposu Monsenyör Muşeg

Adana, Tarsus, Hamidiye, Misis, Erzin, Dörtyol, Azizli gibi Ermenilerin çok olduğu yerlerde katliamlar başlamıştı.  Şehir merkezinde yetersiz olan hükümet, imparatorluğa katılan bölgelerde İslam’ın tecavüze uğramaması için umumi ayaklanma usulüne müracaat olunmasını emredecek kadar ahmaklık göstermiş, Dörtyol Ermenilerinin silahlı bir kafileyle Cebelibereket (Osmaniye) Sancağı merkezi olan Erzin kasabasına doğru ilerlediğini haber alan Kaymakam Asaf Bey, odasından bile çıkmayarak bütün Kozan sancağı ve civarına Müslümanların katliam tehlikesine maruz olduğu, vatanını ve milletini seven her Türk silahını kaparak Cebelibereket Sancağı’nın imdadına koşması lazım geleceğine dair telgraflar yağdırmıştı.

İkinci Adana Vakası denilen ve birinciden 11 gün sonra meydana gelerek yalnız Adana şehrinde yaşanan bu vaka, gece vakti bazı Ermeni gençler tarafından askerin ordugahına ateş edilmesi üzerine başlamış ve Adana şehri katliamının daha fena bir şekil almasına yol açmıştır.

Adana katliamının sorumlusu tek başına Les Vepres Ciciliennes’in meşhur yazarı Monsenyör Muşeg’dir. Şahsın ortalığı galeyana getirerek katliama neden olması ile bu olaylara tedbir almayan o zaman ki Adana Valisi de sorumludur. Piskopos Muşeg hakkında İngilizlerin görüşü de aynıdır. Bulunan bir vesika içinde dipnotta şu satırlar yazmaktadır:

“İki toplum arasında bir modus vivendi (geçici barış) bulmak için patriğin temsilcisini zorluyordum. Barış için ilk şart olarak bu piskoposun affedilmesini istedi. O hiçbir şey yapmadı dedi. Bahri Paşa’dan rüşvet aldığı doğrudur, silah satışı yaptığı, halka iyi para karşılığı kötü silah sattığı doğrudur. Halkı silah almaya teşvik ettiği ve bu sayede bir sürü para kazandığı doğrudur, çılgınca konuşmalar yaptığı doğrudur, bağlara giderken bir omuzuna mavzer, diğerine de fişeklik taktığı doğrudur. Eski Ermeni şeflerinin kılığıyla resim çektirdiği doğrudur, ama bunlar nedir ki.”

Muşeg hadiseler çıktığı zaman Mısır’daydı. Eğer Adana’da olsaydı o kafa ile hadiselerin ortasında olacağından  şüphe etmemek gerekir. İngiliz Sefiri 4 Mayıs 1909 tarihli başka bir raporunda da, Ermeni Patriği’nin olayların çıkmasında büyük ölçüde sorumluluğu olduğunu yazar.

Hükümet derhal Dedeağaç’tan Adana’ya asker sevketmiş, askerlerin gelmesi üzerine olaylar yeniden alevlenmiş, ama bu defa çabuk bastırılmıştır. Cemal Paşa Adana vakasında 17.000 Ermeni ve 1.850 Müslümanın öldüğünü, eğer şehrin nüfus oranı Ermenilerin lehine olsaydı, bu adetlerin tersine tecelli etmiş olacağını, çatışmalar esnasında her iki tarafın gösterdiği direnişin birbirlerinden farklı olmadığını yazar.

Patrikhane kendi yaptırdığı araştırma ile 21.300 ölü rakamına varmıştır. Edirne Mebusu Babikyan Efendi, meclise vermek üzere bir rapor hazırlamıştı. Kısa bir süre sonra öldüğü için mecliste görüşülemeyen bu raporunda ölü miktarını 21.001 olarak gösteriyordu. Cemal Paşa’nın verdiği rakam mahkemelerin bitmesinden sonraya ait olduğu için, hadise sırasında kaçıp da sonra geri geri gelenler olabileceği düşünülürse ölen Ermenilerin 21.000’den ziyade 17.000 civarı olabileceği kabul edilir.
Adana Vakası patlak verinceye kadar yapılan tahrikat dolayısıyla Ermenilerin suçlu olduğu, çıktıktan sonra duruma hakim olamamak, üstelik Müslüman halkı kavgaya sevk etmek sebebiyle yerel yönetimin suçlu bulunduğu bir olaydır. Tek taraflı bir katliam hiçbir şekilde söz konusu olmayıp Ermenilerle Müslümanlar, silahlı olarak dövüşmüşlerdir. Cemal Paşa’nın yazdığı gibi şehrin Ermeni nüfusu, Müslüman nüfusunun onda biri olacak yerde, bunun aksi olsaydı hiç şüphe yok ki ölenlerin rakamları tamamen tersine olabilirdi.

İngiliz Konsolosu, taraflara ateşi durdurtmanın mümkün olmadığını, askerle yapılan müdahale sırasında kesilen ateşe, o mahalden ayrılınca derhal iki tarafça da aynı şiddetle başlandığını belirtir.
Adana’da olaylardan sonra sıkıyönetim ilan edildi. Müslüman ve Ermeni suçlular askeri Divan-ı Harb’e sevkedildi. Hadiseden sonra Adana’ya tayin edilen Cemal Paşa, hatıratlarında şunları yazar:


“Adana’ya gelişimden 4 ay sonra yalnız Adana şehrinde Örfi Harp Divanı mahkumlarından 30 Müslüman’ı idam ettirdiğim gibi, ondan iki ay sonra da Erzin kasabasında 17 Müslümanı idam ettirdim. Bununla beraber yalnız 1 Ermeni idam edildi. İdam olunan Müslümanlar arasında Adana’nın en eski ve zengin ailelerine mensup gençler bulunduğu gibi, Bahçe kazası müftüsü de vardı. Bu müftünün o havali Türkleri üzerinde pek büyük bir nüfuzu vardı. Çok teessüf ederim ki, Adana vakasının ikinci günü bir ecnebi vapuru ile İskenderiye’ye kaçan Monsenyör Muşeg elime geçmedi. Yine haklı olarak Harp Divanı tarafından gıyaben idama mahkum edilmiş olan bu zat elime geçseydi, onu da Bahçe müftüsünün karşısına astırırdım.”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kanal Cephesi Harekatı-1

İyonize Olmayan Radyasyon Kaynakları: Biyolojik Etkileri

19.Yüzyıl Sırp ve Yunan İsyanları