Irkçılık ve Mültecilik Üzerine: 1923 - 2012 Türkiye Mülteci Politikaları


Irkçılık üzerine konuşmadan önce kavramın tanımına bakmakta yarar var. Irkçılık; Bir halkın, bir grup veya diğerlerinden kendilerini üstün olarak addetmesi ve bu üstünlüğünü gerek fiziksel gerekse sözlü bir biçimde diğer gruba tanımlaması şeklinde tanıtılabilir. Dünya üzerinde tüm toplumlarda derecelendirme yaparsak az, orta seviye veya çok ırkçı toplumlar ya da insanlar vardır. Ama bunu bir topluma yansıtmak elbette saçma olur çünkü bir olayın bir topluma yansıtılması demek, o toplumda aynı görüşe sahip olmayan insanları da zan altında bırakmak demektir. Şu soruyu sorduğunuzu duyar gibiyim: “ E Almanlar 2.Dünya Savaşı boyunca Yahudilere yapılan zulme kayıtsız kaldı ve çoğu insan alttan alta bu katliama destek verdi. Bu ne anlama geliyor?” Olaya Almanlar penceresinden bakarsak içlerinden yüzlerce Alman Muhalif bu katliama destek vermedi ama devlet destekli terör yoğunluğu, can korkusuyla birleşince muhalif insanlar sessiz kalmak zorunda kaldılar. Yani biz klasik anlamda Almanlar ırkçı diyemeyiz.

Türklere gelirsek bu durum biraz din olgusuyla değişim gösteriyor. Nedeni İslam dünyası harici insancıl olayları (mülteci krizleri yani savaşlarla birlikte oluşan zorunlu göçleri) diğer islam dışı devletler din olgusuyla değerlendirmiyorlar. Kısmen empati yapıyorlar denebilir. En azından bizdeki gibi baskın din düşüncesi yok. Bizde durum savaştan kaçıp ülkemize gelen insanlar üzerine öncelikle 2 aşamada değerlendiriliyor. 
1   
     1. Din Aşaması: “Onlar bizim kardeşimiz çünkü onlarda bizler gibi müslüman bir toplum yapısına sahip yani onlara yardım etmeliyiz.
    
    2. Empati Aşaması: “ Çevre ülkelerin şartlarına bakarsak bizlerde onlar gibi mülteci konumuna düşebiliriz. Onlara yardım edersek Allah (cc) bizi görür ve aynı duruma düşmekten kurtarır.” (Din olgusuna bağlanıyor.)


Mülteci göç olgusunu ilk kez genç Cumhuriyet, Yunan Mübadelesiyle birlikte yaşadı. Yaklaşık 1 milyona yakın Türk, gemilerle Yunanistan’dan getirilerek Anadolu’nun Batı ve İç kesimlerine yerleştirildi ve sisteme entegrasyonları hızlı bir şekilde sağlandı. Boşaltılan Rum ahalinin evleri değerlendirilmiş oldu. Sırasıyla Balkanlardan yaşanan göçlerle oluşturulan yeni yerleşim birimleri (bkz. Yenibosna), gelen insanların ekseri Türk olması ve iletişim probleminin yaşanmaması, gelen halkla yerel halk arasında küçük çatışmalar harici toplumsal boyutta bir problem teşkil etmedi. Yine 1990 yılında Irak’ın kuzeyinden ülkemize gelen yaklaşık 5.000 Kürt halkının, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerleşim yerlerine gelmesi yine entegrasyon problemini pek gündeme getirmedi. Keza Orta Asya ve Afganistan coğrafyasından gelen mültecilerin ülkenin belirli şehirlerine yerleştirilmesi, sağlanan barınma ve iş olanaklarının devlet tarafından teşvik edilmesi, gelen halkın Türk kültürüyle benzer özellikler taşıması da yerel halk ile gelen insanlar arasında bir sorun oluşturmadı.

Ancak 2011 yılında durum biraz değişti. Suriye’de yaşanan iç savaş ile birlikte başlayan göç dalgası 2011-2012 yıllarında dengeli bir biçimde karşılandı. 2012 yılından sonra sınır kapılarının tamamen açılması ile beraber sayı hızla arttı ve gelen insanlar arasında azımsanmayacak ölçüde kriminal suçluların oluşu durumu nefrete dönüştürmeye başladı. Devlet ilk etapta kamplar yoluyla gelenleri kontrol altında tutabildi fakat yurt dışından gelen yardımların bekleneni karşılamaması ve kampların kapasitesinde yaşanan doluluk neticesinde gelen insanlar şehirlere kontrolsüz bir biçimde akın ettiler. Bunlardan en fazla etkilenen şehirler İstanbul, İzmir, Gaziantep, Şanlıurfa, Kahramanmaraş, Antalya, Bursa ve Ankara oldu. Peki bu şehirlerde yaşayanlar duruma nasıl bakıyor?


Elbette yerel halk ile Suriyeli Mülteciler arasında zaman zaman ölümle biten olaylar yaşanıyor. Ancak bu olaylar şimdilik ırkçılık boyutuna gelmiş değil. Öngörülen ise zaman içerisinde meclis çatısı altında kurulmasa bile sivil inisiyatifler vasıtasıyla ırkçı platformların kurulacağı yönünde. Gelen insanlar en azından uzun bir süre ülkelerine dön(e)meyecekler ve entegrasyon süreci, Suriyelilerin isteksizliğine bağlı olarak uzuyor. Almanya’da tekrar örgütlenen Neo-Naziler ve Yunanistan’da ki “Altın Şafak Partisi” bu örnekler arasında gösterilebilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kanal Cephesi Harekatı-1

İyonize Olmayan Radyasyon Kaynakları: Biyolojik Etkileri

19.Yüzyıl Sırp ve Yunan İsyanları